.jpg)
İstanbul’un varsıl ailelerinden birinin çocuğu olarak pamuklar içerisinde talebelik yapmak varken, Galatasaray’da yatılılığı yeğledin. Babanın taş ocaklarını işletmek varken, tıp okumayı seçtin. Adana’da askerken, ailen karşı çıkınca nişanlını oraya getirtip evlendin…55 yılı paylaştın.
Baban çuha sahalarda para saçarken, sen Almanya’da iki göz bir odada ihtisas yapmayı yeğledin. Yıllar sonra seni Çapa’da ihtisas imtihanında üstelik “Almancan yetersiz” diye çaktırdıklarında “lanet olsun” demedin. Tekrar girdin ve birincilikle kazandın. Önce doçent sonra profesör oldun.
Nazmi (Bari) ve Suzan’la (Gürel) beraber teniste fevkalade bir devre imza attın. Yetinmedin kulübüne Başkan oldun. İki yıl hariç tam 26 yıl başkanlık yaptın. Kimseyi kırmadan hep üzerine koyarak tam 26 yıl. Kıymeti kendinden menkul kişiler, greyderlerin üzerinde meşalelerle kulübünü (TED’i) yıkarken sen gençler kışın antrenmansız kalmasın diye kapalı salonu kurtarmaya çalışıyordun. Onlar için para ve menfaat ülkeden önce geldiği için ikna edemedin. Dişini tırnağına taktın. Nice belediye sarayından kovuldun, nice banka sahibince aşağılandın, öneri altında hakaret işittin. Yılmadın, iki sene içinde ülkene, kulübüne olanakların elverdiği en modern kulübü armağan ettin. Hem mimar hem mühendis hem amele olmakla kalmadın, uçup (!) giden paraları cebinden takviye ettin. Kimse ne bir laf, ne bir serzeniş duydu. İnşaat esnasında bile sporcularını unutmadın. Onları kortsuz, antrenmansız, maaşsız bırakmadın. Zaman oldu Amerikalarda okuttun onları. Zaman oldu ailelerinin bile geçimlerini sağladın.
Ameliyathanenin ısınması için yakıt bulmaları gerekirken, özel hasta bakan fakülte sorumlularını paçavraya çevirip emniyete düşmekten çekinmedin. Millet özel kliniklerde zenaat (!) eylerken, sana inanan birkaç hekimle birlikte Halıcıoğlu’nda koskoca bir “Ağır İşiten Çocuklar Merkezi” açtın. Tüm finansmanını reklam şirketi gibi çalışarak bulduğun sponsorlarla karşıladın. Şimdi belki Avrupa’da eşi yok. Nice engelli çocuk sayende duyuyor ve konuşma öğreniyor.
Türk Tenisinin yurtdışına açılmasını sağladın. 2-3 kulübün elindeki bu sporun yurt çapına yayılmasına önayak oldun. TÜTEGEV’i (Türk Tenisini Eğitme ve Geliştirme Vakfı) kurdun. Kendi elinle atadıkların, kendi elinle beslediklerin sana rezilce ihanet ederken, onlara doğruyu göstermek için mücadele verdin…Onları gördüğünde niye ayağa kalktığını sorguladığımda “onlar utansın” diyebilecek bilgeliğe varmıştın. Zaten ömrün boyu kimseye küsmeden yaşadın.
Yaşamın hastaların, fakülten, kulübün ve sporcuların arasında geçti. Çok daha mutlu bir yaşam sürdürebilirdin. Ama mantığın ve sorumlulukların hep galebe çaldı. Belki ölümü de zamanlı seçtin! O seni hep onurla besleyen tertemiz ama yaralı yüreğin, yaşanacaklara ve onların kıymetleri kendilerinden menkul müsebbiplerine zaten dayanamazdı, dayanmadı da!
Sevgili Bibi, tam 26 yıl oldu (29 Kasım 1999) sen bu dünyadan apansız göçeli. Özde dayımdın ama seni hep tanıyamadığım babamın yerine koydum. Küçük bir çocuk olarak hiç zor olmadı bu denli yaşam tartısı olabilecek bir kararı vermek. 26 yıldır, emin ol, seni anımsamadığım tek bir gün olmadı. Her seferinde de özlemim artıyor. İyiliğinin, dürüstlüğünün, çelebiliğinin derinliğini düşündükçe ne denli şanslı olduğumu düşünüyorum. Ailecek pek bilmediğimiz “kucaklaşmayı-sarılmayı” şimdi duygusal olarak sımsıkı yaşıyorum! Görüşmek üzere şimdilik hoş kal.
Bekir EMRE
English