Yakın geçmiş yılları göz önüne aldığımızda tenisimizde bir gelişme olduğu mutlak. Koza/Enka kökenli oyuncuların başlattığı gelişim, TED’in gençleriyle çıtayı yükseltiyor. Tabii ki çıtanın yükselmesi hoş…İzlediğim kadarıyla, antrenmanlar da artık vur Allah vur yöntemi bırakılıp daha bilimsel bir disiplin üzerinden yapılıyor. Darısı fitness’in de başına…Zira yurt dışındaki tenisçilerin yanında çoğu oyuncumuz cılız kalıyor. Tenisimizi izleyenler yitirdiğimiz maçların hatırı sayılır bir kısmının 3 setlik olduğunu farkedeceklerdir…Dolayısıyla maçlarda bir süre sonra dayanıklılık skora etki ediyor. Davis Kupasında buna bir de çift oyunundaki kavrukluğumuz ekleniyor.
Evet Ulusal Takımımız Davis Kupasında Yeni Zelanda’yı deplasmanda yendi. Başta oyunculara, ardından da uzun bir süre sonra kulüpçülük yapmadan bir ulusal takım seçen idari kadroya ve tabii ki federasyonun ilgili yetkililerine teşekkür ederiz.
Tüm bu övgüleri yansıtırken gerçekleri gözardı etmemek lazım. Zira gerçeklerin en olmadık yerlerde ortaya çıkmak gibi garip huyları vardır!
Yeni Zelanda Ulusal Takım oyuncuları profesyonel tenisin diplerinde yer almaktadırlar. En iyilerinin ATP puanı neredeyse bizim son oyuncumuza yakındır. Diğer oyuncularının neredeyse ATP puanı bile yoktur. Tüm bunlara rağmen Yeni Zelanda’daki maçlar korakor ve üç sette geçmiştir. Aklı başında, at gözlüğü takmamış yöneticilerimizden biri bunu gayet medeni bir şekilde ifade etmiştir.
Hal böyleyken, bu yengi yerel medyamızda adeta bir zafer olarak algılanmıştır. Harika Sonuç, Şahane, Zafer vs. Hele sosyal medyadaki sansasyonel ve saçma sapan, yersiz ikonlar maalesef gırla. Koca koca insanlar fanatizmden, kafatasçılıktan adeta sadik bir zevk alıyorlar! Aldığımız sonuç “başarı” olarak kabul edilmemelidir. Kivileri* geçmemiz bir başarı değil sadece bir yengidir. Bunu böyle algılamayanlar, sporun ne olduğundan habersiz sporu skor olarak algılamış bahtsızlardır !
Fanatizm ile kafatasçılık benim için kötülüğün odak noktasıdır. Bu yapıdaki birinden bırakın sportmenlik herhangi bir iyilik bekleyemezsiniz. Kazara görürseniz anlayın ki bir menfaat karşılığındadır. Ana temaları hödüklüktür.
Başarı kelimesi sporda süreklilik olduğu takdirde yerini bulur. Yoksa bir seferlik iyi bir sonuç hiçbir zaman başarı değildir. Sadece bir yengidir. Bizim Ulusal Takımımızın da, Davis Kupası gibi o efsane tarihini fellik fellik arayan pespayeleşmiş bir turnuvada, Yeni Zelanda gibi tenis arşivlerinde hiçbir şekilde girememiş bir ülkeye karşı aldığı sonuç sadece bir yengidir. Onun için gerçeği kabul edip geleceğe öyle hazırlanmak gerekir.
Davis Kupası öyle bir turnuvaydı ki, deplasmana çıkan ekipleri, sadece kendi taraftarları değil çeşitli ülkelerden izleyiciler de izlerdi. Davis Kupasının adeta kendisine mahsus bir turist kafilesi vardı. Niye mi bu hale düştü? Buyrun anlatayım:
Davis Kupasının sahibi ve yöneticisi olan “ITF yani Uluslararası Tenis Federasyonu” para hırsıyla organizasyonu, (sahibi şarkıcı Shakira’nın eski eşi, Barcelona’lı futbolcu Pique’nin sahibi olduğu) özel bir şirkete satıyor. Özel şirket te, kâr amacıyla tenisin bu dünya kupasının (başta deplasman unsurunu yok edip), kurallarını değil oyunculardan, başka kimseden bir fikir almadan değiştirip adeta güve yemiş battaniyeye dönüştürüyor. Öyle ki bu saçmalığa çoğu akil tenisçi uymayıp artık Davis Kupasını oynamayacaklarını açıklıyor. Finaller bile finalistlerle alakasız bir ülkede gruplar halinde yapılacaktır ! Örneğin İspanya’da yapılacak olası bir Norveç-Çekya finalini bir Allahın kulu izlemeyecek, televizyon kanalları yayın yapmayacaktır! Bu örneğimi bırakın ABD-İngiltere arasındaki final bile boş tiribünlere oynanmıştır. Böyle olunca da şirket batıp, oluşum tüm zararlarıyla ITF’in elinde kalmıştır. Sürecin devamında devreye Araplar girmektedir!
Golfle başlayıp futbol dahil bir çok spora el atan Araplar doğal olarak tenise de bulaşacaklardı. Ama Araplar akıllı, hiç ellerini sürmediler Davis Kupasına. Onları ATP ve çok zor durumdaki WTA daha ilgilendiriyordu. WTA’nin sponsor sıkıntısıyla batağa saplanmasının an meselesi olduğu zaten bilinirken, Federer ve Nadal’ın yokluğunda, aynı duruma düşmek istemeyen ATP de oyuncuların ve tenis kamuoyunun tepkisini çekmeden Arap parasına ulaşmanın planlarını yaptı. En yeni örnek, zirveyi paylaşan 6 oyuncunun katılımıyla organize edilecek “6 Kings Slam (6 Kralın Kupası)”dir! Başta Djokovic, Nadal ve Alcaraz’ın katılımıyla**, 2024 Ekim’inde Riyad’da yapılacak bu turnuva, şampiyonuna 6 milyon dolar (her oyuncuya en az 1.5m$ garanti ediliyor) kazandıracak. Düşünün ki Wimbledon’daki toplam ödül parası 2.950.000 dolardı!
Neticede şimdi Davis Kupasında, Ulusal Takımımızın karşısında Thiem ve Ofner’li Avusturya olacak. Eylül başı orada oynacağız. Tabii ki yenmeye gideceğiz. Başka bir yaklaşımı düşünemiyorum bile! Thiem eski formunda hiç değil. Ofner ise ne zaman, ne yapacağı belli olmayan biri. İki oyuncunun da sinirleri pamuk ipliğine bağlı. Dolayısıyla Avusturya’daki vatandaşlarımızın oyuncularımıza sağlayacakları destek çok önemlidir. Rakibimiz kendi evinde konuk durumuna düşerse sonucun lehimize çıkmasına şaşırmayın. Davis Kupası bu! Gerçeklerin ışığında, yeter ki Türkiye Tenis Federasyonu, Dışişleri Bakanlığımız ile iyi bir kampanya koordine etsin.
Tanrı güldüğümüz günleri bizlere aratmasın…Hoşkalınız.
Bekir Emre
*Yeni Zelanda halkına Kivi(ler) denir.
**Diğerleri de herhalde Sinner, Medvedev ve Rune.