Dünyanın en prestijli tenis organizasyonu olan Wimbledon her zamanki söylentiler ve sosyal medyanın çirkinlikleri ile başladı. Biliyorsunuz Wimbledon Birleşik Krallığın sömürgecilik zamanından kalma bir kurallar manzumesidir. Beyaz haricinde hiçbir şey giyemez oyuncular. Birkaç yıl önce Serena Williams’ı siyah külot giydiği için sahaya çıkarmamışlardı da kıyamet kopmuştu. Bu yıl kadın oyunculara muayyen günlerinde renkli iç çamaşırı giyebilmeleri için verilen izin sanki etkinliğin başlıca gelişmesiymiş gibi bir hava yaratıldı.
Diğer yandan dünya sporunu korumak ve geliştirmekle yükümlü kurumların siyaseti spora sokmamak için gösterdikleri çabaların ne denli bir balon olduğunu bir kez daha gözlemlemiş olduk. Politikanın çirkin yüzü artık iyice palazlanmış ve teniste kendisini karar mekanizmalarına seçtirecek kadar güçlü.
Geçtiğimiz yıl uluslararası tenis camiasındaki en güçlü ülkelerinden Rusya ve Belarus’lu tenisçileri Wimbledon kabul etmedi. Bu yıl karar düzeltildi ama garip bir nüansla : Bu oyuncuların ülkeleri ve bayrakları isimlerinin yanlarında belirtilmeyecek. Ne güçlü bir tepki değil mi! Yahu bunu belirtseniz ne olur belirtmeseniz ne olur. Aslında belirtmeyerek tenise yeni ilgi duymaya başlayanları daha da ince araştırmalara girmeye bu oyuncuları daha yakından tanımaya teşvik etmiyorlar mı?
Tenise “beyaz spor” adının verilmesi en püritan spor olması ve çok uzun bir süredir ufak tefek 6nedenle renklerin en sadesi olan beyazdır. Bu beyazlığı da bir zorunluluk olarak kabul eden yegane turnuva da Wimbledon’dur. Alın size bir başka ikilem: “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”. Bu savaşı Sabalenka, Azarenka, Medvedev mi çıkardı. Orduların Ukrayna’yı istila etmesini Kasatkina ile Rublev mi emretti. Füzeleri Safiulin ile Pavlyuchenkova’mı gönderdi! Hadi canım siz de. Efendim Ukrayna’lı raketler Rus ve Belarus’luların ellerini sıkmayacak, tebrik etmeyeceklermiş. Diğerleri de bundan öyle korktular ki hemen savaşa son verdiler! Artık ergenlikten çıkmış sporcuların çocukluk tezahürlerini bir kenara bırakıp daha olgun yaptırımlara yönelmeleri yerinde olacaktır. Spora kendi açmazlarını bulaştırıp kirletmesinler. Siyaset bir kez kendisine açık bir kapı bulursa ağzınızla kuş tutsanız onu çıkaramazsınız.
Her grand-slam’de bir serseri-mayın çıkar. Bu kez de bir rahibin oğlu olan ABD’li Eubanks türedi. Göreceksiniz aynı Karatsev, McDonald, Seyboth-Wild, Pouille gibi onu da Londra’dan sonra ancak görebileceksiniz. Halbuki karşı sekste bu her turnuva da olmuyor! Kırk yılın başında jet-sosyetenin ya da partilerin yıldızlı gecelerine kapılan Raducanu ve Kanadalı Bouchard gibileri çıkıyor ama bu ikili gibi aynı süratle yok oluyorlar. Kadınlar her zamanki gibi adımlarını daha sağlam atıyorlar ve dolayısıyla başarılarını sürekliliğe bağlayabiliyorlar…Kalıcılar. Örnek mi istiyorsunuz: Alın size Ostapenko, Kvitova ve hatta Sabalenka ve kadınsal nedenlerle ara verip dönen Bouzkova, Svitolina ve niceleri gibi. Çoğu grand-slam’de olduğu gibi Wimbledon’da da ikinci haftaya girildiğinde ABD’li raketleri görmek zor. Kadınlarda 19 erkeklerde ise 13 sporcuyla girdikleri turnuvada sadece birer mensupları kaldı. Onlar da Keys ile Eubanks. İkisinin de işi pek zor. En sevilmeyen şampiyon ünvanını ağzıyla kuş tutsa bırakmayacak Djokovic ise şüphesiz bu turnuvadaki tenisçilerin hepsinden bir gömlek üstün. Üstelik fevkalade rahat bir fikstür çekmişti. Adeta antrenman yaparmışçasına geçti tüm rakiplerini. Henüz bu adamın vites yükselttiğine pek şahit olmadık. Artık Alcaraz’ı da iyice tanıdı. O bile rakip olamaz Djokovic’e diye düşünüyorum. Onu zorlayabilecek yegane raket Medvedev ama o da çimeni sevmiyor.
Kadınlar fikstürü ise gerçekten zevkli maçlara sahne oluyor. Bu denli çok raketin birden şampiyonluğa aday olması nadirdir : Sabalenka, Jabeur, Rybakina, Jabeur ve Svitolina…Beşi de mutlu sona ulaşabilir. Ben bir Rybakina-Sabalenka finali izlemek isterdim ama ne yazık ki aynı bölümdeler. Sabalenka favoridir. Ancak Svitolina’nın engin tecrübesini ve zekasını unutmayın.
Kader Nouni isimli hakeme hala görev verilmesine ise şaşmamak elde değil. ATP listesinden yıllar önce adeta uzaklaştırılan, kırdığı potların, yaptığı hataların haddi hesabı olmayan birine hala Wimbledon gibi bir turnuvada görev veriliyorsa bunda Fransız Federasyonun çok büyük baskısı olmalı…Hadi bakalım alın size bir şeytan avukatlığı ! Hoşkalınız.