Bu soruyu kendime, ancak bu gün , bu yaşımda ve dünyamızda düzenin ve yaşamın bu kadar kirlendiği, maddileştiği ve bozulduğu zaman tüneli içinde sorabiliyorum.
Ben 1941 İzmir doğumluyum. Hayatım ilk okulumun bahçesinde, trafiğin çok az olduğu sokaklarda, evler arasındaki boş arsalarda, her türlü spora bulaşarak, sınıf ve komşu çocukları arkadaşlarımla, çocukluğumu dolu dolu ve neşe içinde yaşayarak geçirdim. Orta okula yürüyerek giderdim. Yeni yeni arkadaşlar ediniyordum. Voleybol, Ping Ping oynar, bisiklete biner, boş bulduğumuz her yerde futbol bile oynardık. Güzel günlerdi.
Şanslıydım! Şanslıydık!
Bir gün yan komşumuzun oğlu, arkadaşım tenis camiasının çok yakından taşıdığı Sürhay Resmor sokağa elinde tenis raketiyle indi. İlk defa böyle büyük ve ortası gergin telli bir raket görüyordum. Ping-Pong raketinden çok farklıydı. Şaşırdım, elime aldım ama biraz ağır geldi bana. Kıskandığımı ve üzüldüğümü hatırlıyorum!
Akşam üst katımızda oturan Yengem geldi. Yakınıma gelip yanağımdan bir kesme aldı (rahmeti bol olsun!) ve bana bakıp "akşam üzeri senin sokakta çok üzüldüğünü gördüm, sakın sıkılma emi, senin de artık bir raketin olacak, sende artık rahat rahat kendi raketinle oynarsın! dedi". Şaşırmıştım! Gece heyecandan pek uyuyamadım ama sabah erkenden yengemin çeyiz sandığından çıkardığı raketime kavuşmuştum. Dünyalar benim olmuştu... Ne duyduğum, ne de gördüğüm bir spora adım atıyordum. Sürhay ile sokağımızda iki ağaç arasına kalın bir ip gerdik ve Ping Pong'tan kalan alışkanlıkla karşılıklı oynamaya başladık... Mutluluktan uçuyorduk tabii ki!
Sonrası çok hızlı geçti. Önce komşumuz Sayın Bahri Eron ağabeyimiz bizi farketti, ikimizi de kulağımızdan tutarak doğru yönetim kurulu üyesi olduğu İzmir Kültürpark Tenis kulübüne götürdü ve Halil ağabeye teslim etti.
Klüp içinde mahalleden ve okulumuzdan dört çocuk olmuş, kısa sürede ise 15 kişiye çıkmıştık! Yeni bir nesil ile klüp zenginleşmişti sanki!
Bundan sonrası rüzgar gibi geçti: önce minikler, sonra yıldızlar, ardından junior oynadık, zaman içinde minik minik kupalarımız bile oldu , hatta İzmir'i temsil etme şansını bile bulmuştuk!
Yüksek tahsil, askerlik, mesleki çalışmalar ve biraz palazlanmalar sonrasında evlilik! Ve yavaş yavaş epeydir azalttığımız tenise, aramızda ki rekabete rağmen birbirlerimizi de ittirerek tenise geri dönüş başladı. Yaşlarımızda 35'i bulmuş, geçiyordu bile...
VTB, Veteran Tenisçiler Birliği derneğinin girişimleriyle İstanbul da 35+ yaş oyunculardan başlayarak her 5 yaş aralığını ayrı bir kategoriye bölen veteran tenis çalışmaları 1980'li yılların ilk yarısında başlamış ve merakla beklenen müsabakaları tüm tenisçileri hareketlendirmiş ve heyecanlandırmıştı.
Bu müsabakaların ana amacı ise aslında veteranlığı sevdirmek, Türk veteranlarının dünya tenisine katılabilmelerinin yöntemlerinin yolunu açıp yerleştirmek ve gerekli düzeni kurmaktı! Ayrıca Türk veteran milli takımlarının Dünya veteran takım ve bireysel şampiyonalarına Türk Bayrağı altında katılabilmelerini olanak sağlamaktı! Bu çalışmalar Türk veteran tenisçiler için güzel bir hedef olarak tenisimiz içinde yerini buldu. Ne var ki çok sevildiyse de, başarılı girişimlerde hep olduğu gibi kısır çekişmeler sonunda VTB'nin bu çalışmaları da durdu maalesef!
O günlerde kem gözlerle bakılan bu girişimlerin, çok yerinde atılımlar olduğunu bugün, hem de çok şaşırtıcı bir hızla ve hatta fazla geliştiğini, İstabul - İzmir işbirlikleri sayesinde tüm Türkiye'ye yayıldığını, bazı veteranların ezeli kural ve kaideleri takmama veya uymama hastalıklarından yeterince kurtulmamış olsalar da, yep yeni bir spor camiasının oluştuğunu, güzel ve sağlam dostluklar kurulduğunu görerek ve bunları bizzat yaşayarak mutlu oluyorduk!
Bu gün veteranlığı, büyük çabalar sonunda ülkemize getirmeği başarmış, emeği geçen ve vizyon sahibi tüm veteranları ayakta anıyor, alkışlıyor ve kutluyoruz.
Ancak ayni dönemlerde Barometre Gazetesinin büyük sponsorların destekleri ile organize ettiği "İş İnsanları tenis şampiyonası" 1991-94 yılları arasında başarılarla önce İstanbul, Ankara ve İzmir tenisçileri arasında, sonrasında ise Adana'nın da katılmasıyla 4 şehire yayıldı. Aslında bu organizasyon, yaş kategorileri biraz değişikte olsa zamanında çok ilgi seçti ve spor camiamıza çok büyük bir enerji vererek ivme kazandırdı. Belki yeni ve değişik bir yaklaşımdı, ama katılanların, yaşadıklarını unutmayanların, heyecanla seyredenlerin en büyük kazançları belli olgunlukta ki insanların kort içinde ki "Fair- Play"'li rekabetleri yanında, kort dışı yakınlıkları, samimi ve sıcak dostlukları aradan çok seneler geçmiş olmasına rağmen unutulmadı, anlaşılan da o sıralarda yaşanmış olanlar hep hatırlanacak...
Barometre Cup ve Veteran faaliyetlerinin tenise çok olumlu katkıları sayesinde ve sonrasında elde edinilen en önemli yenilik, gelişme, kazanç ve mutluluk, tabii bana göre, ITF bünyesinde, yurt dışında ve ülkemizde veteranlar arasında kurabilmiş olduğumuz giderek artan ve gelişen uluslararası, karşılıklı samimi ve kalıcı dostluklar olmuştur. Öyle ki 1999 yılında, Barselona- Teia'da gerçekleşen ITF takımlar arası dünya şampiyonasında, küçük bir örnek yazıyorum, Güney Afrika takımından rakip olduğum Oskar ile rozet ve kartvizit teatisinden sonra 23 sene sonra bile, yeni şampiyonalarda karşılaşmalarımız dışında hala temasımızın, dijital de olsa ayni sıcaklıkta devam ettiğini görüp yaşamak, insanı hakikaten mutlu ediyor. Ayni şekilde 1980'li yıllardan sonra daha sık gittiğimiz İstanbul turnuvalarında veya onların İzmir'e geldiklerinde karşılaşmalarımız, sanki yılların dostluğu gibi bir bayram havasında içinde geçiyordu! Umarım bu dostluklar hep böylesine hayatımıza doyumsuz bir haz ve renk katmaya devam eder!.
Şanslıymışız!
Ve diyorum ki, şükrederek halimize, nefes almanın bile zorlaştığı, hiç bir haber ve TV kanalının (tenis kanalları hariç!) zerre zevk vermediği, insanlığın gidişatından mutsuz olduğumuz, bu her an giderek daha da kötüleşen ve kirlenen dünyamızda, egoistçe de olsa galiba yaşamdan zevk alabildiğimiz, dünyamızı yaşanabilir kılan, eski - yeni, az - çok başta sporumuz tenis olmak üzere çeşitli vesileler ile hayatımıza girmiş - dokunmuş her türlü arkadaşlarımız, sayıları sınırlı da olsa can dostlarımıza sıkı sıkı sarılmanın zamanı gelmişte geçiyor sanki!
Böylece kendi kendime sorabildiğim zor sorunun da cevaplarından en azından en kolayı zannedilebilecek olanını burada ve uzun bir yaşam sürecinin meyvesi olarak vermeye çalıştım.
İşte O birikmiş can dostlarımız sayesinde ve bir nebze de olsa hayattan zevk ve keyif alabilmek için hayata tutunuyoruz. İster ve dikkat edersek Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılına girerken, sporumuzda "İn- out" gibi gereği ve bir değeri olmayan konularda birbirlerimizle sürtüşüp üzmeden, uzun seneler sonunda biriktirmiş olduğumuz dostlarımızın kıymetlerini bilerek ve bu yaşam tarzını arkamızdan gelen çocuk ve gençlere aşılayabilirsek, belki dünyamızı yaşanılır kılmayı başarırız...
Necdet Kestelli - İzmir
nkestelli@gmail.com